18. Yüzyıl Osmanlı Döneminde Minyatür.
18.yüzyıl Osmanlı resmi, III. Ahmet (1703-1730) Edirne Sarayı'nı terk edip İstanbul'a geri döndükten sonra (1718) başlar ve Lale Devri'nin (1718-30) sonuna kadar sürer. III. Ahmet ve Sadrazamı İbrahim Paşa, kişilik olarak benzer özelliklere sahiptir ve enerjisinin çoğunu önemli kültürel ilerlemelere adamışlardır. III. Ahmet, tüm şairleri, kaligrafları ve çağının sanatçılarını korumuş ve 12 yıllık Lale Devri minyatür alanında sadece yüzyılın en üretken ve verimli dönemi olmakla kalmamış, ayrıca Osmanlı resminin son yaratıcı çağı olmuştur. Bu dönem resmi, geçmiş gelenekle bağları koparmamış da olsa yaklaşım olarak yenidir. Bunun nedeni Avrupa ile olan yakın kültürel ilişkilerdir.Levni, III. Ahmet döneminde çalışmıştır. Surname-i Vehbi, III. Ahmet'in düzenlediği bir şöleni anlatır (1720). Figürler büyük ölçülüdür ve her sahnede büyük yer kaplarlar. Arka plan ve kuruluş detaylı gösterilmez. Böylece dikkat figürlere çekilir. Figürler akılcı gölgeleme ve kıyafetin ele alınış şekliyle üç boyutlu gibidir.
18.yüzyılda portre geleneğini Levni ile devam eder. Levni'nin tek sayfalar halinde, kitaplardan bağımsız minyatürlere (murakka) önem vermiş olması da ilginçtir. Ondan önce bu tarz resimlere rastlanılırsa da asıl önemini Levni ile kazanmıştır. Ayrıca Levni ile birlikte kadın figürü ilk kez minyatüre büyük ölçüde girmiş ve sahnelerde önemli bir yer tutmuştur.
Levni'yi izleyen dönemde (1735-45 arası) çağının zevkine uygun çiçek resimleri ve çoğu kadın tek figürler yapmış olan Abdullah Buhari önemlidir. Onun 1741-2 tarihli yıkanan kadın resmi kadın figürünün konu alındığı minyatürlerin en ilgi çekicilerinden birisidir.
18.yüzyılda Avrupa zevki ilkin süslemede Rokoko ile gelir. Sonra yabancı ressamlarla yüzyılın ikinci yarısında etkisi artar. 19.yüzyılda yapılmış olan ve III. Selim'i Vezir Koca Yusuf Paşa ile gösteren resim, artık minyatür özelliğini tamamen kaybederek perspektifli batı resmine uygun bir hale getirir.
Minyatürlü el yazmalarının son derece masraflı bir iş olması, giderek ekonomik zorluğa sürüklenen Osmanlıda bu sanatın görkemini kaybetmesine neden olur. Aynı sıralarda Osmanlının batıya olan ilgisi artmakta ve ülkeye sürekli artan sayıda batılı sanatçı girmektedir. Bu durum batılı anlamda resim sanatına ve tekniğine duyulan ilginin artmasına neden olur. Böylece gelişim süreci yeni bir aşamaya gelen minyatür sanatı, değişen koşullar nedeniyle bu aşamayı gerçekleştirme imkanı bulamamış ve yerli sanatçıların Avrupa resmine temellenen yeni sanat biçimine yönelmesiyle son bulmuştur.
18.Yüzyılda Osmanlı Edebiyatı
Askerî, idarî, ekonomik gerileme devam ederken, Osmanlı ricali edebiyat ve musikiye sığındı
Onsekizinci yüzyılda Osmanlı Devleti askerî ve ekonomik gücünü büyük ölçüde yitirmiş, bilim ve teknikte gerilemiş olmasına rağ-f men, klasik edebiyat ve musikide gelişme de-; vam etmiştir. Bu devirde Osmanlı ricalinin fe-I laketlerin getirdiği yorgunluk ve karamsarlığa» gidermek için edebiyat ve musikiye sığın-fdıklarını- önceki bölümde belirtmiştik. Gerecekten de başta hükümdarlar olmak üzere devlet adamlarının ve ulemadan hemen hemen herkesin edebiyatla meşgul olduğunu görüyoruz.
Sadrazamlar; vezirler, şeyhülislamlar şiirle, musiki ile hattatlıkla meşgul oluyorlardı. Herhangi bir ölâya tarih düşürmek için beyitler yazmak, nazımla mektuplaşmak yaygın hale gelmişti. Bât&ft sadrazam padişaha yazdığı ârizasını bile manzum olarak kaleme alıyordu. Meselâ, Bahir Mustafa Paşa sadaretinin son günlerinde pâdişâha şöyle arîza-lar yazıyordu:
Sipihre gönderelüm nail-i bülendimlzi Cihande bildirelim bari kendimizi Bu nazm ile varalum hak-i pay-ı devletine' Çok oldu görmeyeli Bahir, Efendimizi.
Zeynep Sultan'in kocası Nişancı Küçük Mustafa Paşa'nın lâkabı "Sinek" idi. Bu vezir öldüğü zaman Arapça 'Sinek öldü' (Mate'z-Zübâbu) demekle ölümüne tarih düşürülmüştü (1177=M. 1763). Herhangi bir meşhur öldüğü zaman birçok kişi tarih beyti yazardı. Fakat önemsiz kişiler veya olaylar içinde tarih düşürüldüğü olurdu. Meselâ "Kedi" lâkaplı birinin ölümü için "Farenin hasretinden öldü kedi (1213=M. 1798);
Lâkabı (Kel Memiş' olan halktan biri için de "Kel Memiş gelmemişe döndü cihane sad-hayf (1213=M. 1798) gibi mısralarla tarihler düşürülüyordu. Asrın şairlerinden Nedim 64, Şeyh Galib 68, Haşmet 18, Fıtnat Hanım 51, Sümbülzâde Vehbî 33, Enderunlu Fazıl 32 olaya tarih düşürmüşlerdir.
Fakat onsekizinci yüzyıl, Nedim ve Şeyh Galib gibi, Koca Ragıp Paşa gibi devler yetiştirmiş olmasına rağmen, klasik Türk edebiyatının da durakladığı dönemdir. Bu asırda edebiyat, yeni problemler ve ihtiyaçlar karşısında bulunan ülkenin, bu problemlerini görmek ve çözmek yollarını gösteremiyordu. Bunu hissetse bile, yeni bîr hamle yapamıyor, ağır basan 17. yüzyıl edebiyatının etkisinden kurtulamıyordu.
Bütün bunlara rağmen onsekizinci yüzyıl, yine de bir ihtişam ve coşku asrıdır. Meselelere çözüm getirmeyen, yeniliklere geçiş hazırlamayan son ihtişam asrı.
Bu son ihtişam asrını (bize göre) Sadabad şiirleriyle Nedim açmış, mesnevî edebiyatının şaheseri Hüsn-ü Aşk ile Şeyh Galib kapamıştır.
Bu asırda yaşamış ve aşağıda göreceğimiz başka büyük şairler de vardır ama, muhteşem açılış ve kapanışın en büyük temsilcileri bunlardır. Şeyh Galib yalnız onsekizinci yüzyılın değil, bütün divan edebiyatımızın son büyük şairidir.
Hiçbir şey yapilmiamış değildir. Bilim ve kültürün yaygınlaşması için divan edebiyatı ile halk edebiyatı arasında yakınlaşma, dilin sadeleşmesi başlamış, hızlanmıştır. Bu akıma Nedim de katılmış» hatta hece vezniyle de şiirler yazmıştır.
"Sefaretnâme" adıyla yeni bir edebiyat türü de bu devrin verimleri arasında yer alır. Avrupa ülkelerinde bulunan sefirler gördüklerini (yararlı olanları örnek almak üzere) bir rapor halinde yazıyorlardı.
Devrin nesir edebiyatına da örnek olan tarih kitapları ile tezkireler de önemlidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder